6 Şubat tarihinde Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen depremin ardından Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Osmaniye, Şanlıurfa, Malatya, Diyarbakır, Adana, Kilis ve Elazığ’ın dahil olduğu 11 ilde taraifsiz bir kayıp, travma ve yıkım atmosferine uyandık. Depremin ardından ilk günlerden itibaren resmi kanallardan ve kurumlardan yeterli bilgiye ulaşılamadı. Birbirine tıpatıp benzeyen haber içeriklerinin ötesine geçmeyen bilgiler ile deprem bölgelerinde sorunlara, ihtiyaçlara, haklara erişime dair endişeler günlerce canlılığını korudu. Afet durumlarında yaşanan kayıpların yanında, yaşamın devam eden öyküsünde kadın, çocuk, yaşlı, engelli, göçmen, LGBTİ+ gibi dezavantajlı gruplara özgü sorun, ihtiyaç ve risklerin derinleşerek sürdüğünü sahadaki gözlemlerimizle tekrar tekrar deneyimledik. Bu kapsamda Kadının İnsan Hakları Derneği olarak Adıyaman, Malatya ve Diyarbakır illerinde depremden etkilenen kadınlar ve LGBTİ+’larla psikososyal destek çalışması yürütmeye başladık. Depremden etkilenen kadınlarla psikososyal destek çalışmaları kapsamında yürüttüğümüz grup çalışmaları ve bireysel görüşmelerin deneyim paylaşımı, sorun/ihtiyaç tespiti, birlikte üretme ve güçlenme gibi temaların olduğu çalışmamızı 2023 yılının sonuna kadar sürdürmeyi planlıyoruz. Bu süreçte, alanda çalışma yürüten diğer sivil toplum örgütlerinin de yer aldığı bir dayanışma ağı içerisinde birlikte üreterek ve güçlenerek çalışmaya devam ediyoruz.
Depremin ilk haftalarında yaşanan kayıpların, yaralanmaların, yıkımların yakıcılığını yitirdiğini ve yaşamı sürdürebilmek için yeniden inşa sürecine girdiğimizi söylemek aradan geçen 10 aylık süreye rağmen ne yazık ki hala pek mümkün değil. Depremin yıktığı terk edilmiş evlerin, iş yerlerinin, sosyal alanların, kamu binalarının yer aldığı bir görüntü içerisinde çadır ve konteynerler ile kurulmuş toplu yaşam alanları kolayca fark edilebiliyor. Tüm bu yaşam alanlarında ileriye dönük belirsizliklere dair binlerce soru işareti yükseliyor. Yaşam koşullarının tamamen değiştiği deprem bölgesinde üzerinden on ay geçmesine rağmen giysi, gıda, hijyen gibi temel ihtiyaçların ‘’yardım’’ ve ‘’destek’’ temelinde giderildiği kronikleşen bir süreç içerisindeyiz.
Adıyaman ve Malatya illerinde devlet kurumları ve sivil toplum örgütlerinin yürüttüğü çok yönlü çalışmalar mevcut. Gıda, giysi, hijyen malzemesi, çadır/konteyner, tuvalet ve duş alanları için yürütülen dağıtımlarla birlikte kadın, engelli, çocuk ve göçmen gibi dezavantajlı gruplarla psikososyal destek temelli çalışmalar da devam ediyor. Ancak köylerde bu gibi hizmetlere erişim merkeze oranla sınırlı. Bu nedenle depremin ardından kadınlar ve LGBTİ+’lar özelinde yürüttüğümüz psikososyal destek çalışmalarında Adıyaman ili için çalışma sahamızı köyler üzerinden oluşturduk. Bu amaçla Adıyaman’da köyler ve Malatya’da ilçe kadın kooperatifleri olarak kurguladığımız bu çalışmada, alanda çalışan örgütler ve gönüllülerin de deneyimleri ve yönlendirmesiyle bu illerde birçok köy ve ilçeyi ziyaret ettik. Bu ziyaretlerimiz süresince görüştüğümüz kadınların aktarımlarından yola çıkarak bu bölgelerde düzenli ve belirli bir zamanı kapsayan psikososyal destek çalışmalarının yürütülmediği bilgisine ulaştık.
Malatya özelinde ilçe kadın kooperatiflerinden kadınlarla yaptığımız görüşmelerde deprem nedenli yaşanan travmaların güçlü etkilerinin devam ettiğini görüyoruz. Yakın çevreden kayıplar, yaşam alanı veya gelir durumu gibi alanlarda aslında yaşamın çok yönlü ve ani bir değişime uğramasının detaylarını kadınların paylaşımlarında sık sık duyuyoruz. Travmaya bağlı korku, öfke, unutkanlık ve erteleme davranışları kadınların aktarımlarında oldukça dile getiriliyor. Deprem sonrası kadınların kooperatif merkezli çalışma yaşamından uzaklaşma durumuna ek olarak gündelik yaşamdaki pratikleri çoğunlukla ev içi bakım emeği üzerinde yoğunlaşıyor. Kooperatifler bünyesinde çalışma yürütülen alanların depremden ağır hasar alması kadınların çalışma yaşamından belirsiz bir süre uzaklaşmasına neden olmuş. Depremin akut durumu sonrası kooperatif faaliyetlerine başlamış, kadınlar çalışma yaşamına geri dönmüş ve İŞKUR bünyesinde yürütülen ‘’Toplum Yararına Programlar (TYP)’’ üzerinden işe alınan kadınlar da bu çalışmaya dahil olmuş. Ancak son sürece baktığımızda deprem nedeniyle kadın kooperatiflerinin çalışmaları kimi yerlerde kesintiye uğradığı için kadınlar çoğunlukla kayısı hasadı gibi dönemsel işlerde çalışmaya devam ediyor. Kooperatiflerde yürüttüğümüz psikososyal destek çalışması sırasında birçok kadın kendilerine ait ekonomik bir gelire sahip olma ve iş yaşamı içerisinde sosyal yaşamlarının da canlılığını koruması sebebiyle “çalışıyor”’ olmanın kendilerini iyi hissettirdiğini belirtti. “Sınırlar, öfke kontrolü, iletişim, güçlenme, sosyal destek ve baş etme mekanizmaları” başlıklarında kadınlarla yürüttüğümüz psikososyal destek grup çalışmaları ve bireysel görüşmelerimiz sonrası kadınların bireysel ve sosyal yaşamlarında iyileşmeler gözlemledik.
Adıyaman’ın köyleri üzerinden ilerlediğimizde de kadınların deprem kaynaklı sorun ve deneyimlerinde birçok ortak nokta görebiliyoruz. Dönemsel olarak fıstık, tütün, dut, incir gibi farklı tarım ürünlerinin hasadında ve işlenmesinde ağırlıkla kadınlar çalışmakta. Bununla birlikte kadınların çalışma durumu köylere göre farklılıklar da barındırıyor. Örneğin bir köyde kadınların sadece iki aylık fıstık tarımında çalıştığı bir dönem varken komşu köyde özel bir şirkete bağlı halı dokuma atölyesinde haftalık 45 saatlik mesai ile kadınların asgari ücretin üçte biri oranında gelir elde edebildiğini görüyoruz. Malatya’da olduğu gibi Adıyaman’da da kadınların paylaşımlarında deprem sonrası yoğun korku, öfke, unutkanlık, erteleme davranışı gibi travmaya bağlı etkiler devam ediyor. Depremi yaşayan kadınlar olarak bir araya geldiğimiz grup çalışması oturumlarında kadınlar barınma, hijyen, gıda ve kimi köylerde suya erişimle ilgili ihtiyaçlarını sık sık dile getiriyor. İhtiyaçlarına yönelik paylaşımları akışını kadın olma ve depremden etkilenen kadınlar olma yönüne çeviriyor. Bir süre sonra görüştüğümüz kadınlar tarafından kadınların ekonomik gelirinin olmasının önemi ve ne gibi imkanlar olduğu üzerine konuşurken buluyoruz kendimizi.
Özetle deprem öncesi toplumsal cinsiyet rolleri temelinde oluşan sorumluluklar ve sınırlılıklar depremin ardından çeşitlenerek ve derinleşerek devam ediyor. Depremden aylar sonra bir araya geldiğimiz kadınların paylaşımlarında kış aylarında barınma olanaklarıyla ilgili belirsizliklerin sıkça dile getirildiğini görüyoruz. Benzer şekilde fiziki yaşam koşullarının değişmesinin kadınların gündelik yaşam pratiklerindeki yansımaları ve bu süreçte sınırlı kaynakların yönetilmeye çalışılması da kadınların aktarımlarında öne çıkan konular arasında. Hane içerisinde ve hanenin sınırlarını aşarak gündelik yaşamı kapsayan bu sorumluluklar, deprem sonrası çok yönlü değişen koşullarda kadınların sürdürmekte olduğu yeni bir mücadele alanı olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle dile getirilen sorunlar ve ihtiyaçlar da barınma, beslenme ve hijyen gibi temel ihtiyaçlar üzerinden tanımlanıyorken, ilk aşamada kadınların ihtiyaçlarını bu eksende yorumlama yanılgısına düşmek mümkün olabiliyor. Ancak zaman içerisinde bu aktarımlar, kadın olma deneyimlerini içeren bir zeminde cesurca dile getirdiğimiz diyaloglara dönüşüyor.