Kadınlardan

Karantinada Yaşamak Zor. Ya Sığınakta Kalmak Nasıldı?

Dünya tarihinde salgın hastalıklarla ilk kez karşılaşmasak da, baş etmesi zor bir süreçten geçiyoruz. Çoğumuzun hayatında olmayan bir deneyim bu “karantina”. Ülkede sağlık çalışanları gerçekten kahraman oldu. Fakat onlar için de durum zorlu bir sınav olarak hâlâ devam etmekte. Bilim insanlarının da kıymeti sanki bir parça daha anlaşıldı. Bu süreçte herkes #evdekalamadı. Yine işçi sınıfı işsiz kalmamak için atölyelerde, fabrikalarda, iş yerlerinde çalışmaya devam etmek için işe gitmek zorundaydı. Herkes uzaktan çalışmadı, hatta çalışamadı bile çünkü iş yerleri kapandığı için işsiz kalanlar oldu. Ve en büyük sınavlardan birini de bu süreçte onlar verdi. İşin ekonomik boyutu için sayfalarca yazmak gerek. İşin uzmanları bunun için yazmaktalar, yeteri kadar olmasa da. Çocukları olanlar hem ekonomik zorlukla, hem eğitimle, hem koronayla mücadele ettiler. Çocukları olanlardan uzaktan eğitime erişebilenler ayrı, erişemeyenler ayrı problemlerle baş etmek zorunda kaldılar. Çocuklar için de süreç zorlayıcı geçmekte. Zira tüm gelişimsel süreçlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayabilecek bir ortam yok şu anda.

İşi olanlar ve uzaktan çalışabilenler için de durum çocuğu olanlar-olmayanlar, bekâr olanlar-olmayanlar, sevgilisi-partneri ile birlikte yaşayanlar, yalnız yaşayanlar olarak tüm saydığım ve sayamadığım gruplar farklı zorluklarla süreci sürdürüyor.

Ekmek yapanlar, sağlıklı beslenenler, yogaya başlayanlar, yogayı bırakanlar, müzik icra edenler, müziğe ara vermek zorunda kalanlar, izlemediği film kalmayanlar, film izleyemeyenler, Zoom toplantıları, canlı yayınlar, on-line eğitim almalar-vermeler, dinlenmeler, uyuyamayanlar, uyuyarak kaçanlar, sıkılmalar, söylenmeler, sövmeler arasında gelgitlerle yaşayanlar olarak koskoca günü nasıl geçireceğini bazen bilip bazen bilemeyen bir grup insandık sanki.

Bu süreçte de durmayan şiddet, artan şiddet, kadın cinayeti, çocuk cinayeti, hayvan cinayeti, tecavüz haberlerine uyandık her sabah. Sokak ortasında silahla vurulmuş, bıçaklanmış kadın-çocuk bedenleri, parçalanmış hayvanlar izletti televizyonlar bize. Evet, çoğumuz on-line çalışıyorduk ama araştırmalar karma gruplarda on-line toplantılarda kadınların sözlerinin daha çok kesildiğini, kolluk kuvvetlerinin ekmek dağıtmaktan şiddet vakalarına yetişemediğini, evde aynı anda uzaktan çalışan eşlerin olduğunu fakat yine tek cinsiyetin iş yükünün çoğaldığını, bu süreçte de çocuklarla bakım emeğinin yine tek cinsiyetle sınırlandırıldığını, evde bir haftada ev işi yapma süresinin cinsiyetlere göre dağılımındaki uçurumun yine gözlerden kaçmadığı, haberlerle toplumsal cinsiyet rollerinin altının daha da kalın çizildiğini okuyup izlemekteydik.

#evdekal çağrıları yapılıyordu sürekli ama bir de her ev güvenli miydi acaba? Şiddet mekânları açıklanmıştı yine ve şiddetin % 75’i evde uygulanıyordu. Yani en yakınlarımız, aynı çatı altında yaşadıklarımız tarafından…

Bir yandan da politikacılar, din insanları LGBTİ+ yaşamları yüzünden koronanın çıktığını ve bu sebeple ölümlerin olduğunu ifade eden açıklamalar yapıyorlardı. Bu açıklamaları yapanlardan bir tanesi olan İsrail Sağlık Bakanı, kendisi de koronavirüs olduğu için görevinden istifa etti.

Çoğumuz sosyal medyayı daha sık kullanır olduk. Maalesef herkes pozitif paylaşımlar için bulunmuyordu o mecrada. Bir kesim, sosyal medya linçinin tanımının kitabını uygulamalı yazdı ülkede. Bunun için videolar çekildi, makaleler yazıldı, araştırmalar-anketler yapılıyor halen.

Tüm bu olup bitenler arasında bazılarımız için empati duygusunun geliştiğini gözlemledim. İşte tam da bu empati üzerinden bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bir mekânda kapalı kalmanın psikolojisiyle ilgili düşünmemişlerin “sığınakta kalan kadınların ve çocukların yaşamları”nı anlamaları için. Uzun bir girişten sonra başlıyorum.

10 yıla yakın süredir sığınak ve kadın danışma merkezinde danışmanlık veriyorum. 2010 yılında gönüllü çalışmalar yaparak başladığım, sonrasında düzenli çalışmaya başladığım bir mekân “sığınak”. Adresi gizli, telli pencereli, kilitli kapılar ardında yaşamlarını kurmaya çalışanların kaldığı, kaçtığı, sığındığı bir mekân. Ben “istasyon” olarak tanımlarım hep. Orda kalacaklar, biraz “duracaklar” ve yeni yaşamlarını kuracaklar. Bunu dilerim hep tüm kalbimle, her gelen için. Maalesef her zaman kalan kadın ve çocuklar yeni yaşamlarını kuramıyorlar. Ekonomik, psikolojik birçok sebebi olabiliyor.

Yazıda kapalı alanda kalmayla ilgili ufak bir karşılaştırma yapmak istedim. Sığınakta yıllardır kalanlar vardır mesela. Can güvenliği riski olan-olmayan, fakat yıllardır sığınakta kalmış, şehir değiştirmiş ama bir türlü bağımsız yaşama geçememiş kadınlar. Bu kişilerle ilgili alan çalışanlarının bile maalesef tam anlayamadığından yaptıkları yorumları düşündüm. Zira yıllardır başta mevkili insanlar olmak üzere sığınakta kalan kadınların “yedikleri önlerinde, yemedikleri arkasında, sırtlarını devlete dayayanlar, devletin kaynaklarını tüketenler, aklı evlilikte değil, başka (kötü şeyler?) şeyler yapmak için evden uzaklaşmak isteyenler, o kadar sorun her ailede olur, sıcak ev bunun için bırakılır mı” diye işaret edilenlerin hakkında biraz düşünmenizi istedim. Yani şiddete maruz bırakılsa da yine de “suçlu” gibi konuşulan ve yaşayanların. Kulağımla duyduklarım olmasaydı da inanmasaydım keşke şu yazdıklarıma. Acaba kapalı bir alanda kalmak kolay mıydı? Bir insan eğlenmek için sığınağa gelir miydi? Tabii belki de hiç duymadığınız şeyleri yazıyorum sizlere. Sığınak konusu çok tartışmalı bir konu ülkede hatta “konukevi” deniliyor. Konumuz teknik bir konu değil, sığınak koşulları, süreci, süresi değil, bu konu başka bir yazının konusu olsun. Konumuz sığınakta kalanlarla karantinada yaşayanlar arasındaki duygusal ayrım. Zira kapalı alanda kalmayla ilgili benzeşse de aslında duygusal anlamda ciddi farklar var.

Öncelikle karantinada olanlar ve güvenli bir mekânda yaşayan kişiler “tüm dünya ülkeleri aynı süreci yaşıyor, insanlar ölüyor, önlem alıp evden çıkmazsam bu süreç geçici” diye düşünebiliyor. Sığınakta kalan kadınlardan duyduğum en büyük duygu ve söyledikleri sözcük “yalnızlık”tı. Ve durumun geçiciliğinin, ne kadar süreceğinin belirsizliği. Can güvenliği riski olan kadınların hep söylediği bir söz kulaklarımda “buradan çıktığımda yine bulur beni.” Karantina sonrası hepimizin yapmak istediği planlar vardır belki. Sadece bu yazdıklarımı akılda tuttuğum ve şiddet karşıtı yaşamanın, mücadele etmenin hayatlara nasıl dokunabileceğini ve bir insanın hayatının birkaç kişinin çabasıyla değişebileceğini deneyimlediğim için yazmak istedim.

Can güvenliği riski sebebiyle tüm gününü sığınakta geçirmek zorunda kalan kadın ve çocukların iki-üç ay hiç dışarı çıkmadan yaşadıklarını gördüm. Pencereden gökyüzüne nasıl baktıklarını, bir “çatı”nın nasıl güvenlik duygusu verdiğini, sadece birkaç kişi görerek yaşadıklarını, gelecek ile ilgili hayal kurmakta zorlandıklarını, yaşamak için motivasyonsuzluklarını, hayata bağlanmak için ve umut etmek için çabaladıkları halde kısıtlı hayal kurabildiklerini gördüm. Duyguların insanı hasta edebildiğini o ara öğrenmiş olabilirim. Küçücük çocukların, kadınların birçok fiziksel rahatsızlığı aynı anda yaşamalarının şaşkınlığı bana yoksunluğu, yoksulluğu, karşılanmamış tüm ihtiyaçlar piramidini ve mesela o piramidin sadece tabanına bile ulaşamamış bir çocuğun gözyaşları eşliğinde “parka gitme” ihtiyacının öyle gerçek olduğunu gösterdi ki… Sığınağa gelen kadınların hep çok güçlü olduğuna inanan bir kadınım ben. Zira hayatını şiddetsiz bir yaşamın mümkün olabileceğine inanmış ve itiraz etmiş kadınlar onlar…

İşten eve dönerken bazen bir çocuk “evine beni de götürsene” derdi. Kaç kez olduğunu hatırlamadığım bu diyaloglar ve duygular önce yutkunurken, sonra eve giderken gözyaşlarımla eşlik ederdi bana.

Hiç umudumu kaybettiğim olmadı ne sığınakta ne danışma merkezinde. Zira “her zaman bir yol vardır!”, inancımı kaybetmedim. Ölüm ve kötü hastalıklar dışında “her şeye bir çözüm vardır hayatta” diyerek inandım ve sarıldım umuda.

Şimdi düşünüyorum. Birkaç ay evde kalmakta zorlandığımız evler vardı. Bunun zorluğu bambaşkadır eminim hepimiz için. Her birimizin hayatı biricik, yaşadığımız duygular biricik tabii ki ve baş etmesi zor bir süreç. Sığınaktaki yaşantıları düşünüp şükredelim diye yazmıyorum bu yazıyı. Sığınakta kalmasın artık kadın ve çocuklar diye umut etmek için yazıyorum. Hepimiz çevremizde şiddetin herhangi bir türüne önce kendi hayatımızda, sonra yapabiliyorsak diğer insanlar için itiraz edip dayanışabilirsek, şiddetle mücadelenin yan yana durdukça gücümüzü birbirimizi alacağımızdan ve bu gücün şiddetle mücadelede galip geleceğine inandığım için yazıyorum. Örgütlenmenin gücüne hep inandım. Kendi hayatımda, diğer kadınların hayatında, yasaları değiştirebilme gücümüzde, susmayıp birlikte haykırdığımızda, yan yana durduğumuzda, özel olanın politik olduğunu söylediğimizde, rıza kavramını her yerde anlattığımızda, çocuklara sınır ve beden onayı kavramını öğrettiğimizde bir şeylerin değişebileceği umuduyla ve şiddetin her türlüsüne karşı daha örgütlü mücadele etmek için yazıyorum bu yazıyı. Umudum her birimizde. İçimizdeki o itiraz eden tarafta. O nedenle “bağır herkes duysun, şiddet son bulsun!” diyor ve uzaktan tüm yol arkadaşlarıma dayanışma dolu sevgilerimi gönderiyorum.

36. Sayıyı Görüntüle >

Yorumları Görüntüle

Yanıtla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

EN ÇOK OKUNANLAR

Copyright © 2020 Kadının İnsan Hakları. Tüm Hakları saklıdır.
Mor Bülten, Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği'nin süreli yayınıdır. Mor Bülten'de yazar ismi ile yayınlanan yazılardaki görüşler yazara aittir ve bunların derneğimizin görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

Yukarı