Serbest Köşe

Kriz Zamanlarında Hukuk: Bir Demokrasi Turnusolu

2019 yılının sonlarında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve kısa sürede küresel bir salgına yol açan Covid-19, politikadan ekonomiye, bilimden sanata varıncaya değin insana dair her türlü sosyal ve olgusal yapıyı kökten etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Bu küresel krizle mücadelede tüm dünya umudunu aşı çalışmalarına bağlamışken, bir güvenlik ve disiplin aracı olan hukuk, devletlerin krizi yönetmede kullandıkları en büyük araç oldu. Nitekim, salgını kontrol altına almak ve yayılımını önlemek için devletler, çalışma, eğitim, seyahat ve hareket hürriyeti, sağlığa ve adalete erişim ya da kolluk hizmetlerine dek pek çok alanda hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı önlemler getirdi. Yerleşik ve güçlü bir demokratik kültürün olmadığı ülkelerde hükümetler Covid-19 krizini baskıcı politikalarını çok daha hızlı ve kapsamlı bir şekilde hayata geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirir ve insan hakları yükümlülüklerini salgın bahanesiyle askıya alırken, Türkiye’de de Covid-19’la mücadele kapsamında alınan bazı tedbir ve uygulamalar, hak ve özgürlükleri orantısız bir şekilde kısıtladığı iddiasıyla yoğun bir şekilde eleştirildi.

Birleşmiş Milletler verilerine göre Covid-19 salgını süresince uygulanan tedbirler neticesinde hane halkının zorunlu olarak evde daha fazla zaman geçirmeye başlaması, ev içi şiddet vakalarını %33’e varan oranda artırdı.[1] Covid-19 salgını süresince ev içi şiddete maruz kalan kadınlardan alınan başvuru sayısındaki kaygı verici artış Türkiye’nin farklı illerinde çalışan pek çok kadın örgütü tarafından peş peşe raporlanırken, 175 kadın ve LGBTİ+ örgütü yayınladıkları ortak bildiri ile hükümeti salgın süresince kadın ve çocuk başta olmak üzere dezavantajlı tüm gruplara yönelik artan şiddeti önlemek için acil eylem planı oluşturmaya çağırdı.[2] Ne var ki, kadınlar, salgının kendileri için yarattığı yakıcı sorunlara işaret edip acil eylem planı talep ederken, hali hazırda kadınların kazanılmış haklarını ortadan kaldırır nitelikte sonuç doğuracak olan bazı değişiklik ve düzenlemeler, salgınla mücadele öne sürülerek hukuk aracılığıyla hayata geçirilmiş oldu.

Bunlardan ilki, 30 Mart 2020 tarihinde yayınlanan Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) kararıdır. 30 Mart tarihli HSK kararı ile hakimlere “6284 sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının yükümlülerin koronavirüs kapsamında sağlığını tehdit etmeyecek şekilde değerlendirilmesi” talimatı verilmiştir. Bağlayıcı olmamakla birlikte, bu talimatın kadın ve çocuklar başta olmak üzere ev içi şiddete maruz kalan tüm bireyler için pratikte anlamı, salgın süresince 6284 sayılı Kanun kapsamında şiddet uygulayan failler hakkında uzaklaştırma kararı verilmemesi ya da kadınların sığınaklara yerleştirilmemesidir. Salgın süresince kadınların şiddetten uzaklaşmalarına yönelik hiçbir kurumsal tedbir alınmaksızın verilen bu talimat, pratikte 6284 sayılı Kanunun askıya alınması anlamına gelmekte ve kadınların sağlıklı ve güvenli bir şekilde yaşama haklarını büyük bir risk altına sokmaktadır.

HSK kararının hemen arkasından, Nisan ayında, bu kez de İnfaz Kanunu’nda kapsamlı değişiklikler yapılmış, bazı suçların infaz sürelerinde kalıcı indirime gidilmiş ve kapsam dışı bırakılan suçlar hariç olmak üzere mahkumların açık cezaevinden “izin” adı altında salıverilmesi mümkün hale getirilmiştir. Koronavirüs nedeniyle “izin” adı altında cinsel saldırı, çocuğun cinsel istismarı ve kadına yönelik şiddet suçlarının faili olan binlerce erkeğin, şiddete maruz kalan kadın, çocuklar ve cinsiyet kimliği ve yönelimi nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakılan gruplar açısından hiçbir önleyici koruyucu tedbir alınmadan dışarıya salınması, faillerin kadın ve çocuklara musallat olmasına neden olmakta ve kadın ve çocuklar başta olmak üzere tüm dezavantajlı grupların hayatlarını tehlikeye sokmaktadır. Nitekim, kadınlar, infaz yasası ile salıverilecek kadına yönelik şiddet ve cinsel istismar failleri hakkında İstanbul Sözleşmesi’nin bir gereği olarak polis tarafından bilgilendirilmemiş, bu faillerin dışarıda etkin bir takibi de yapılmamıştır. Öyle ki, infaz yasasında yapılan değişiklikler sonrasında infaz kurumlarından salıverilen hükümlülerden çocuklarını öldürenlerin, çocuk ve eski eşlerini rehin alanların, eski eş veya partnerlerine musallat olanların ve çeşitli şiddet olaylarına karışanların haberleri basına yansımış, bazı kadın intiharları ise kadınların infaz değişiklikleri neticesinde salıverilen faillerin kendilerine musallat olmaları yönündeki korku ve endişe ile ilişkilendirilmiştir.

20 Nisan 2020 tarihinde, İstanbul Sözleşmesi Taraflar Komitesi,  Covid-19 salgını sırasında Sözleşme’nin uygulanması hakkında bir bildirge yayınlayarak taraf devletleri İstanbul Sözleşmesi kapsamındaki taahhütlerini gerçekleştirmeye ve kadınların korunması ve destek hizmetlerine erişimin sağlanması da dahil kadına yönelik şiddetle mücadelede alınan önlemleri güçlendirmeye çağırdı.[3] Bildirge,  taraf devletlerin İstanbul Sözleşmesi’nden doğan pozitif yükümlülüklerinin salgın süresince de devam ettiğinin ve Sözleşme’nin salgın nedeniyle askıya alınması sonucunu doğuracak pratiklere izin verilmediğinin altını çizmesi bakımından oldukça önemlidir. Gerçekten de, Devlet, her türlü olağanüstü halde dahi kadına yönelik şiddetle mücadelede pozitif yükümlülük sahibidir. 6284 sayılı Kanun, hiçbir ihmale veya keyfiyete yer bırakmaksızın, salgın süresince de kadın ve çocuklar öncelik alınarak ivedi ve etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Tedbir kararları, salgının yarattığı özel koşullar dikkate alınarak kadınların ve çocukların korunması yükümlülüğüne uygun bir şekilde verilmeli, tedbir kararlarını yerine getirmeyenler hakkında cezai işlem uygulanmalıdır.

Kriz dönemleri, hukukun askıya alındığı ya da çoğunlukla hukuk eliyle hak ve özgürlüklerin anti-demokratik şekilde kısıtlandığı dönemlerdir. Tarih, baskıcı yönetimlerin, krizin yarattığı korku ve panikten yararlanarak hukuku araçsallaştırmasının örnekleri ile dolu. Bu anlamda kriz dönemi hukukunun, bir “demokrasi turnusolu” olduğunu söylemek hata olmaz. Covid-19 bir yandan herkesi zorunlu olarak evlere çeker ve böylece kadınların şiddetten uzaklaşmasının yollarını kaparken, Türkiye’de salgınla mücadele adı altında getirilen hukuki tedbirler; kadınların talep, çağrı ve kampanyalarına rağmen kadınları korumak bir yana, şiddete daha açık bir hale getirdi. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’a karşı saldırıların dozunun her geçen gün arttığı bir dönemde, salgınla mücadele kapsamında alınan tedbirlerin İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun’un askıya alınması sonucunu doğurması, devletin kadın hakları konusundaki motivasyonunu ortaya koyan bir turnusol görevi görmektedir.  Hal böyleyken, kadınların kazanılmış haklarının korunması ve temini yolunda verdikleri feminist mücadele, salgın döneminde her zamankinden daha da önem kazanmaktadır.

[1] “COVID-19 and Ending Violence Against Women and Girls”, UN Women, Nisan 2020, https://www.unwomen.org/-/media/headquarters/attachments/sections/library/publications/2020/issue-brief-covid-19-and-ending-violence-against-women-and-girls-en.pdf?la=en&vs=5006

[2] “156 Kadın ve LGBTİ+ örgütünden ortak bildiri: İnfaz yasası sonrası devlet sorumluluklarını yerine getirip acil önlemler almalı!”, T24, 17 Nisan 2020,  https://t24.com.tr/haber/156-kadin-ve-lgbti-orgutunden-ortak-bildiri-infaz-yasasi-sonrasi-devlet-sorumluluklarini-yerine-getirip-acil-onlemler-almali,873404

[3] “COVID-19 salgını sırasında İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması hakkında yayınlanan Bildirge”, 20 Nisan 2020, https://www.coe.int/tr/web/ankara/-/declaration-on-the-implementation-of-the-convention-during-covid-19-pandemic

35. Sayıyı Görüntüle >

Yorumları Görüntüle

Yanıtla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

EN ÇOK OKUNANLAR

Copyright © 2020 Kadının İnsan Hakları. Tüm Hakları saklıdır.
Mor Bülten, Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği'nin süreli yayınıdır. Mor Bülten'de yazar ismi ile yayınlanan yazılardaki görüşler yazara aittir ve bunların derneğimizin görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

Yukarı